Hukuk davalarında davalı tarafa 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu uyarınca belli şartlar oluştuğunda hâkim tarafından ek süre verilebilmektedir. Ceza yargılamasında ise bunun benzer görünümü “ek savunma hakkı” şeklinde karşımıza çıkmaktadır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu Uyarınca Süre Uzatım:

Hukuk davalarında dava açılması aşamasından sonra dilekçeler teatisi aşaması gelmektedir. Bu aşama tamamlanmadan tahkikata geçilmeyecektir. Peki dilekçeler teatisi nedir? Hukuk davaları çekişmesiz yargı işleri ayrık olmak üzere “davacı” ve “davalı” sıfatını haiz iki taraftan oluşur. Öncelikle davacı, dava dilekçesini yetkili ve görevli mahkemeye sunarak davayı açar (HMK m. 118).  Dava, dava dilekçesinin kaydedildiği tarihte açılmış sayılır. Dava dilekçesine davalı sayısı kadar örnek eklenir. Bundan sonra karşılıklı olarak dilekçelerin mahkemeye sunulması aşamasına ise “dilekçeler teatisi” denmektedir.

Davacının mahkemeye sunmuş olduğu dava dilekçesi davalı tarafa tebliğ edilir. Artık davalı tarafın söz konusu dava dilekçesine cevap vermesi için tebliğ tarihinden itibaren 2 haftalık bir cevap süresi vardır. Davalı taraf bu süre içerisinde davacının beyanlarına yönelik bir “cevap dilekçesi” sunacaktır (HMK m. 126). Davalı, cevap dilekçesini, davanın açılmış olduğu mahkemeye verir. Cevap dilekçesine davacı sayısı kadar örnek eklenir ve cevap dilekçesi havale edildiği tarihte verilmiş sayılır. Cevap dilekçesinin örneği mahkeme tarafından davacıya tebliğ edilir.

Ancak kanun koyucu, davalı tarafa tanınan bu iki haftalık sürenin bazı koşullarda hâkim tarafından uzatılmasına yeni ek süre verilmesine imkân tanımıştır. Davalı tarafa verilecek olan bu ek süre ise davanın tabi olduğu yargılama türüne göre farklılık arz etmektedir.

Basit yargılama usulünde mahkeme, durum ve koşullara göre cevap dilekçesinin iki haftalık süre içinde hazırlanmasının çok zor yahut imkânsız olduğuna kanaat getirirse yine bu süre zarfında mahkemeye başvuran davalıya, cevap süresinin bitiminden itibaren işlemeye başlamak, bir defaya mahsus olmak ve iki haftayı geçmemek üzere ek bir süre verebilir. Ek cevap süresi talebi hakkında verilen karar taraflara derhâl bildirilir (HMK m. 317/2). Burada önemli olan davalı tarafın süre uzatım için mahkemeye başvurması ve mahkemeyi cevap dilekçesini iki haftalık cevap süresi içerisinde hazırlayamayacağına ikna etmesidir. Mahkemeye ilgili sürede dilekçenin sunulmasını çok zor yahut imkânsız bulursa, davalı tarafa, cevap süresinin bitiminden itibaren işlemeye başlayacak iki haftalık ek bir süre verecektir. Ancak unutulmamalıdır ki bunu yalnız bir defaya mahsus verebilir. Bu hususta kanun metni gayet açıktır.

Yazılı yargılama usulünde ise süre uzatım konusu HMK m. 127/1’de düzenlenmiştir. İlgili maddeye göre, durum ve koşullara göre cevap dilekçesinin iki haftalık süre içinde hazırlanmasının çok zor yahut imkânsız olduğu durumlarda, yine bu süre zarfında mahkemeye başvuran davalıya, cevap süresinin bitiminden itibaren işlemeye başlamak, bir defaya mahsus olmak ve bir ayı geçmemek üzere ek bir süre verilebilir. Ek cevap süresi talebi hakkında verilen karar taraflara derhâl bildirilir. Burada yukarıda söylediklerimizin aynısı tek bir farkla geçerli olacaktır o da yazılı yargılama için bir aylık bir süre öngörülmesidir.

İLGİLİ DİLEKÇE ÖRNEĞİ

İLGİLİ YARGITAY KARARLARI

YARGITAY 15. HUKUK DAİRESİ 2015/6312 E, 2016/542 K

“…Dosya kapsamından ise, dava dilekçesinin davalıya 28.01.2015 tarihinde tebliğ edildiği, davalı tarafından iki haftalık cevap süresi içerisinde ve 11.02.2015 havale tarihli dilekçesiyle süre uzatımı talebinde bulunulduğu anlaşılmaktadır. Bu durum karşısında, mahkemenin 27.02.2015 günlü ara kararıyla vermiş olduğu bir aylık ek süre, yasal cevap süresinin sona erdiği 11.02.2015 tarihini takip eden 12.02.2015 tarihinde başlayacak ve 12.03.2015 tarihinde sona erecektir. Davalı ise, bu süreden sonra 06.04.2015 havale tarihli dilekçesiyle yetki itirazında bulunmuştur. Bu durum karşısında süresi içerisinde yetki itirazında bulunulduğundan söz edilemez….”

YARGITAY 19. HUKUK DAİRESİ 2005/334 E, 2005/9919 K 

“Her ne kadar davalı vekili cevap süresinin uzatılması istemiş ise de, mahkemece bu konuda bir karar verilmemiştir. Cevap süresinin uzatılmış sayılabilmesi için davalının bu konuda talepte bulunması ve mahkemenin de cevap süresinin uzatılması na karar vermiş olması gerekir. Mahkemece cevap süresinin uzatılması hakkında bir karar verilmemiş ise davalının 10 günlük yasal cevap süresi içinde yetki itirazında bulunması gerekir. Bu süre geçirildikten sonra yapılan yetki itirazı süresinde olmadığından dinlenmez.

YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ E. 2016/13834 K. 2017/14823 T. 19.12.2017

* SÜRE UZATIM KARARININ USULÜNCE TEBLİĞ OLUNMAMASI ( Davalının Davaya Cevap Verme Süresinin Başlamayacağı Bu Nedenle Yargılama Sırasında Hangi Tarihte Olursa Olsun Sonradan Sunulan Cevap Dilekçesinin de Süresinde Olduğu Kabul Edilmesi Gereği/Öyleyse Erkeğin Cevap Dilekçesi Mahiyetindeki Dilekçesine Karşı Kadının Verdiği Dilekçenin Cevaba Cevap Dilekçesi Olarak Kabulü İle Davalı Tarafa Tebliği de Zorunlu Hale Geldiği – Dilekçelerin Karşılıklı Verilmesi Aşamasının Usulünce Tamamlandığından Bahsedilemeyeceği )

ÖZET : Dava, evlilik birliğinin sarsılması hukuki sebebine dayalı olarak açılan boşanma davasıdır. Davacı kadının dava dilekçesinin diğer tarafa tebliği üzerine davalı erkek tarafından süresinde cevap dilekçesi sunulmak üzere süre uzatım talebinde bulunulmuş; mahkemece süre uzatım talebini içeren dilekçenin alındığına dair ön büro çıktısı üzerine atılan paraf ile süre uzatım talebinin kabulüne karar verilmiş ancak bu karar davalı erkeğe tebliğ edilmeden, yargılama aşamaları tamamlanarak karar verilmiştir. Dava devam ederken, tahkikat aşamasında, davalı taraf 14.09.2015 havale tarihli beyan dilekçesi sunmuş, bu beyan dilekçesine davacı tarafça cevap verilmiştir, davalı tarafça dosyaya ibraz olunan bu beyan dilekçesinin erkek tarafından davaya sunulmuş cevap dilekçesi olduğunun kabulü zorunlu hale gelmiştir. Zira, davalının süre uzatım talebi hakkında davalı tarafa usulünce tebliğ olunmuş bir süre uzatım kararı olmadığından, davalının davaya cevap verme süresinin başlamayacağı bu nedenle yargılama sırasında hangi tarihte olursa olsun sonradan sunulan cevap dilekçesinin de süresinde olduğu kabul edilmelidir. Öyleyse, erkeğin işbu cevap dilekçesi mahiyetindeki dilekçesine karşı kadının verdiği dilekçenin cevaba cevap dilekçesi olarak kabulü ile davalı tarafa tebliğ de zorunlu hale gelmiştir. Şu hale göre, dilekçelerin karşılıklı verilmesi aşamasının usulünce tamamlandığından bahsedilemeyeceğinden, yapılan ön inceleme, tahkikat ve sözlü yargılama duruşmaları da usule aykırı hale gelmiştir.

DAVA : Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalı erkek tarafından temyiz edilerek; temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılması istenilmekle; duruşma için belirlenen 19.12.2017 günü duruşmalı temyiz eden davalı ile vekilleri gelmedi. Karşı taraf davacı vekili geldi. Gelenin konuşması dinlendikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için duruşmadan sonraya bırakılması uygun görüldü. Bugün dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Dava, evlilik birliğinin sarsılması hukuki sebebine dayalı olarak açılan boşanma davasıdır. Davacı kadının dava dilekçesinin diğer tarafa tebliği üzerine davalı erkek tarafından süresinde cevap dilekçesi sunulmak üzere süre uzatım talebinde bulunulmuş; mahkemece süre uzatım talebini içeren dilekçenin alındığına dair ön büro çıktısı üzerine atılan paraf ile süre uzatım talebinin kabulüne karar verilmiş ancak bu karar davalı erkeğe tebliğ edilmeden, yargılama aşamaları tamamlanarak karar verilmiştir. Dava devam ederken, tahkikat aşamasında, davalı taraf 14.09.2015 havale tarihli beyan dilekçesi sunmuş, bu beyan dilekçesine davacı tarafça cevap verilmiştir, davalı tarafça dosyaya ibraz olunan bu beyan dilekçesinin erkek tarafından davaya sunulmuş cevap dilekçesi olduğunun kabulü zorunlu hale gelmiştir. Zira, davalının süre uzatım talebi hakkında davalı tarafa usulünce tebliğ olunmuş bir süre uzatım kararı olmadığından, davalının davaya cevap verme süresinin başlamayacağı bu nedenle yargılama sırasında hangi tarihte olursa olsun sonradan sunulan cevap dilekçesinin de süresinde olduğu kabul edilmelidir. Öyleyse, erkeğin işbu cevap dilekçesi mahiyetindeki dilekçesine karşı kadının verdiği dilekçenin cevaba cevap dilekçesi olarak kabulü ile davalı tarafa tebliğ de zorunlu hale gelmiştir. Şu hale göre, dilekçelerin karşılıklı verilmesi aşamasının usulünce tamamlandığından bahsedilemeyeceğinden, yapılan ön inceleme, tahkikat ve sözlü yargılama duruşmaları da usule aykırı hale gelmiştir.

Hukuk Muhakemeleri Kanununun 136. maddesinde davacının, cevap dilekçesinin kendisine tebliğinden itibaren iki hafta içinde cevaba cevap dilekçesi; davalının da davacının cevabının kendisine tebliğinden itibaren iki hafta içinde ikinci cevap dilekçesi verebileceği, 137. maddesinde, dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra ön inceleme yapılacağı, ön İnceleme tamamlanmadan ve gerekli kararlar alınmadan tahkikata geçilemeyeceği ve tahkikat için duruşma günü verilemeyeceği hükme bağlanmıştır, ön inceleme duruşmasına davet ve ön inceleme duruşmalarının usulü ve yapılacak işlemler ise Hukuk Muhakemeleri Kanununun 139. ve 140. maddelerinde düzenlenmiştir. Mahkemece yasanın bu amir hükümlerine riayet edilmeksizin, usulüne uygun şekilde dilekçelerin karşılıklı verilmesi aşaması tamamlanıp yine usulüne uygun şekilde ön inceleme yapılmadan tahkikata geçilerek işin esası hakkında karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. O halde mahkemece yapılacak iş; davacının erkeğin sunduğu 14.09.2015 havale tarihli cevap dilekçesine karşı sunduğu cevaba cevap dilekçesini davalı tarafa usulüne uygun şekilde tebliğinin sağlanması, erkek yönünden ikinci cevap süresi beklenerek, dilekçelerin karşılıklı verilmesi aşamasının tamamlanmasından sonra ön inceleme duruşması için gün tayin edilerek, gerçekleşecek sonucu dairesinde işlem yapmaktan ibarettir. Açıklanan yönde işlem yapılmak üzere, hükmün bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre davalı tarafın sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 19.12.2017

YARGITAY 23. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/332 Karar : 2015/7522 Tarih : 23.11.2015

  • HMK 127. Madde
  • Cevap Dilekçesini Verme Süresi

Davacı vekili, davalı kooperatifin müvekkilini üyelikten ihraç ettiğini, daha sonra müdahalenin men-i ve tapu iptal davası açtığını ve yargılama sonucunda müvekkilinin aleyhine kabul kararı verildiğini, ancak müvekkilinin kendisine kaba inşaat olarak teslim edilen taşınmaza masraf yaptığını ileri sürerek, denkleştirici adalet ilkesi uyarınca müvekkilinin ödemiş olduğu satış bedelini ve tüm tadilat giderlerinin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu`nun 17/5. maddesi uyarınca davacının tüm taleplerinin zamanaşımına uğradığını ve davalı kooperatiften alacağı olmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, davalının zamanaşımını ileri sürdüğü dilekçesinin yerinde olmadığı, tapu iptali ve tescil ile men-i müdahaleye ilişkin verilen kararın kesinleşme tarihinden itibaren 10 yıl içinde zamanaşımı süresi dolmadan dava açıldığı, davacının kooperatife yaptığı ödemelerin toplam reel değeri ile iş yerine ödediği bedelin dava tarihindeki toplam bedelin 43.472,54 TL olduğu gerekçesi ile taleple bağlı kalınarak 30.000 TL alacağın dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir.

Karar davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava dilekçesi, davalı tarafa 06.03.2012 tarihinde ve HMK’nın 122. maddesi uyarınca 2 haftalık kesin süre içerisinde cevap hakkı tanınacağına dair meşruhatı ihtiva eder şekilde tebliğ edildiği, davalı tarafın 19.03.2012 tarihinde ve süresinde gerekçeleri de belirtilmek sureti ile HMK’nın 127. maddesi gereğince 1 aylık ek süre talep ettiği, hakim tarafından dilekçe üzerine 2 hafta uzatılmasına dair ibarenin yazıldığı, ancak ek sürenin hangi tarihten itibaren başlayacağının belirtilmediği, çıkartılan tebligatta ise “19.03.2012 havale tarihli süre uzatım dilekçesinin kabulü ile tarafınıza cevap verme süresinin bitiminden itibaren 2 hafta süre verilerek süreniz uzatılmıştır.” ibaresinin yazılı olduğu ve 04.04.2012 tarihinde tebliğ edildiği anlaşılmıştır. HMK`nın 127. maddesinin çıkarılış amacına göre, bu hususun karşı tarafa tebliğ tarihinden itibaren başlayacağının kabulü gerekir. Mahkemece bu husus gözardı edilerek cevap dilekçesinin süre geçtiğinden bahisle yok sayılması doğru olmadığı gibi, zamanaşımı ile ilgili talebin de cevap dilekçesi süresinde verilmediğinden bahisle dikkate alınmaması doğru olmamıştır.

Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün, davalı yararına ( BOZULMASINA ), kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, oybirliğiyle karar verildi.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu Uyarınca Ek Savunma Hakkı:

Ceza yargılamasının temel ilkelerinden biri Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinin 3. bendinin a fıkrası uyarınca “isnadın bildirilmesi” ilkesidir. İlgili madde uyarınca, bir suç ile itham edilen herkes, kendisine karşı yöneltilen suçlamanın niteliği ve sebebinden en kısa sürede, anladığı bir dilde ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek hakkına sahiptir. Yine aynı maddenin b fıkrasında ise suçlanan kişinin savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olması asgari bir hak olarak kabul edilmiştir. Hangi suçla itham edildiğini bilmeyen ve buna göre savunmasını ileri süremeyen sanığın adil yargılandığından söz edilemeyecektir.

Şüphesiz yazımızın konusunu oluşturan “ek savunma hakkı” isnadın bildirilmesi ve adil yargılanma ilkeleriyle yakından ilişkilidir. Türk hukukunda bu hak Ceza Muhakemesi Kanunu m. 226’da düzenlenmiş olup ilgili madde metni şu şekildedir:

“Suçun niteliğinin değişmesi

Madde 226 – (1) Sanık, suçun hukukî niteliğinin değişmesinden önce haber verilip de savunmasını yapabilecek bir hâlde bulundurulmadıkça, iddianamede kanunî unsurları gösterilen suçun değindiği kanun hükmünden başkasıyla mahkûm edilemez.

 (2) Cezanın artırılmasını veya cezaya ek olarak güvenlik tedbirlerinin uygulanmasını gerektirecek hâller, ilk defa duruşma sırasında ortaya çıktığında aynı hüküm uygulanır.

(3) Ek savunma verilmesini gerektiren hâllerde istem üzerine sanığa ek savunmasını hazırlaması için süre verilir.

(4) Yukarıdaki fıkralarda yazılı bildirimler, varsa müdafie yapılır. Müdafii sanığa tanınan haklardan onun gibi yararlanır.”

Kanun metninden açıkça anlaşılacağı üzere sanığa ek savunma hakkının verilebilmesi 3 halde mümkündür. Bunlardan ilki, yargılama sırasında suç vasfının değişmesidir. Nitekim iddianamede açıklanan maddi olayı Cumhuriyet savcısı “hırsızlık suçu”, hâkim ise “yağma suçu” olarak nitelendirebilir. Zira mahkeme, fiilin nitelendirilmesinde iddia ve savunmalarla bağlı değildir (CMK m. 225/2)

Bu durumda sanık, suçun hukukî niteliğinin değişmesinden önce haber verilip de savunmasını yapabilecek bir hâlde bulundurulmadıkça, iddianamede kanunî unsurları gösterilen suçun değindiği kanun hükmünden başkasıyla mahkûm edilemeyecektir. Sanığa ek savunma hakkı verilmesi gerekirken verilmemesi ise bozma nedeni olacaktır.

Önemle belirtmek gerekirse burada suç vasfının sanık lehine ya da aleyhine değişmesinin herhangi bir önemi olmayacaktır. Suç vasfı lehe değişse bile sanığa savunmasını yapması için ek savunma hakkı tanınmalı, sanık yeni suç tipiyle ilgili ek savunmasını yapmadan mahkeme tarafından karar verilmemelidir. Keza Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun bir kararında: “iddianamede kasten öldürmeye teşebbüs olarak nitelendirilen eylemin kasten yaralama suçunu oluşturacağı görüşünde olan mahkeme, sanığa ek savunma hakkı vermek suretiyle bahse konu suçtan hüküm kurabileceği” ifade edilmektedir. Ancak gerek doktrinde gerekse uygulamada aksi yönde görüşlere rastlanıldığı unutulmamalıdır.

Sanığa ek savunma verilmesini gerektiren diğer bir durum ise cezanın artırılmasını gerektirecek hâllerin ilk defa duruşmada ortaya çıkmasıdır. Duruşma esnasında sanık, müşteki ya da tanık beyanlarından veyahut ortaya çıkan yeni deliller hasebiyle iddianamede değinilmeyen ve cezanın artırımını gerektirecek haller ortaya çıkabilecektir. Bu gibi durumlarda suçun vasfında değişiklik olmasa da uygulanacak kanun maddeleri sanığın daha fazla ceza alması sonucuna sebep olabilir.

Örneğin mahkeme, iddianamede olmamasına karşın işlenen suçu zincirleme suç kapsamında değerlendirip TCK m. 43 hükümlerini uygulayarak cezada artırıma gidebilir. Bu durumda mahkeme, sanığa ek savunma hakkı tanımak zorundadır.

Aynı durum mahkemenin tekerrür hükümlerini uygulamasında da söz konusudur. Ancak buradaki nüans, sanığa duruşmada adli sicil kaydının okunup okunmadığıdır. Duruşmada adli sicil kaydı kendisine okunan sanık hakkında tekerrür hükümlerinin uygulanmasına karar verilebilmesi için ek savunma hakkının tanınmasına gerek yoktur.

Cezanın artırılmasını gerektiren bir diğer hal ise iddianamede suçun taksirle işlendiğinin tayin edilmesine karşın mahkemenin aynı suçun bilinçli taksirle işlendiğine kanaat getirmesidir. Bu durumda da sanığa ek savunma hakkının tanınması gerekecektir.

Yine bir diğer durum ise, iddianamede belirtilmemesine rağmen mahkemenin aynı fiilin aynı suç kapsamında birden fazla nitelikli halinin oluştuğuna veyahut suçun birden fazla kişiye karşı işlendiğine kanaat getirmesidir. Bu gibi durumlarda da sanık hakkında verilecek ceza artacağından, sanığa ek savunma hakkı vermek gerekecektir.

Ayrıca iddianamede ceza indirimini gerektiren bir sevk maddesine yer verilmesine karşın mahkeme ilgili indirimi uygulamama kararı alabilir. Örneğin savcı iddianamede sanık hakkında etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması istenmiş ancak mahkeme uygulamama kararı almış olabilir, bu durumda da sanığa ek savunma hakkı verilmelidir.

Ancak yargılama neticesinde, aynı suç tipi için daha fazla cezayı gerektiren değil de, daha az cezayı gerektiren hükümler uygulanacaksa sanığa ek savunma hakkı tanınmasına gerek yoktur.

Sanığa ek savunma verilmesini gerektiren son durum ise cezaya ek olarak güvenlik tedbirlerinin uygulanmasını gerektirecek hâllerin ilk defa duruşma sırasında ortaya çıkmasıdır. İlk defa duruşma sırasında ortaya çıkan ve sanık hakkında TCK’nın 53 ila 60. maddeleri arasında düzenlenen güvenlik tedbirlerine hükmedilmesini gerektirecek haller ortaya çıktığında mahkeme, sanığa ek savunma hakkı tanımak mecburiyetinde olacaktır.

Görevsizlik Kararı Verilmesi Durumunda Ek Savunma Hakkı

Yapılan yargılama neticesinde mahkeme, iddianame veya mütalaada ifade edilen suç vasfından farklı bir suçun oluştuğuna kanaat getirmiş ve bu nedenle görevsizlik kararı vermişse, sanığa ek savunma hakkı verilmesine gerek olmayacaktır zira duruşmanın yapılacağı görevli mahkemede sanığa tekrar savunma hakkı verilecektir. Örneğin iddianamedeki sevk maddesine göre suç asliye ticaret mahkemelerinin görev alanına giriyorken yapılan yargılama neticesinde suç vasfının değişmesiyle beraber artık ağır ceza mahkemelerinin görev alanına giriyorsa bu durumda mahkeme görevsizlik kararı verecektir ve sanığa ek savunma hakkı tanınmasına gerek kalmayacaktır.

Ek Savunma Hakkının Verilmesi Gereken Durumlarda Sanığın Duruşmada Hazır Bulunmaması

Sanığa ek savunma hakkı verilmesini gerektiren hallerde sanık duruşmada hazır bulunmuyorsa ek savunma hakkını kaybetmeyecektir. Bu durumda sanık, gelmediği takdirde ek savunma hakkından vazgeçmiş sayılacağının kabul edileceği resmi davetiyeyle duruşmaya davet edilecektir. Sanık tutuklu veya hükümlüyse bizzat veya SEGBİS ile duruşmada hazır bulundurulmalıdır. Öte yandan sanık duruşmada bizzat hazır olmasa bile sanığın avukatı bulunuyorsa, avukat da ek savunma hakkını sanık yerine kullanabilecektir.

İLGİLİ YARGITAY KARARLARI

YARGITAY 3. CEZA DAİRESİ E. 2019/1748 K. 2019/9482 T. 6.5.2019

Sanığa 5271 Sayılı CMK’nin 226. maddesi hükmü gereğince ek savunma hakkı tanınmadan, iddianamede gösterilmeyen TCK’nin 86/1. maddesinin uygulanması suretiyle savunma hakkının kısıtlanması, hatalıdır. Sanığın 5237 Sayılı TCK’nin 86/1, 86/3-e maddeleri uyarınca belirlenen cezasında, katılandaki yaralanmanın “yüzde sabit iz niteliğinde” olduğunun tespit edilerek göre bir kat arttırım yapılırken “2 yıl 12 ay” hapis cezasına hükmedilmesi gerekirken hesap hatası yapılarak 3 yıl hapis cezası verilmesi suretiyle fazla ceza tayini, isabetsizdir. Haksız tahrik oluşturan eylemin katılanın, sanığa hakaret etmesinden ibaret olduğunun kabulü karşısında, TCK’nin 3. maddesi uyarınca orantılılık ilkesi gözetilerek 5237 Sayılı TCK’nin 29. maddesine göre yapılan indirimin alt sınırdan ( 1/4 ) yapılması gerektiği gözetilmeden, yazılı şekilde ( 1/2 ) oranında uygulama yapılarak sanığa eksik ceza tayini, doğru değildir.

DAVA : Mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunarak;

Gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR :  Sanığın adli sicil kaydında tekerrüre esas sabıkası bulunduğu halde hakkında 5237 Sayılı TCK’nin 58. maddesindeki tekerrür hükümlerinin uygulanmaması aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.

Yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;

1- ) Sanığa 5271 Sayılı CMK’nin 226. maddesi hükmü gereğince ek savunma hakkı tanınmadan, iddianamede gösterilmeyen TCK’nin 86/1. maddesinin uygulanması suretiyle savunma hakkının kısıtlanması,

2- ) Katılanın yaralanmasına ilişkin olarak düzenlenen raporda, yaralanmanın “yüzde sabit iz niteliğinde” olduğunun tespit edilmesi karşısında, yüzde sabit iz nedeniyle uygulanan kanun maddesinin TCK’nin 87/1-c yerine TCK’nin 87/3 olarak yanlış yazılması,

3- ) Sanığın 5237 Sayılı TCK’nin 86/1, 86/3-e maddeleri uyarınca belirlenen cezasında, katılandaki yaralanmanın “yüzde sabit iz niteliğinde” olduğunun tespit edilerek göre bir kat arttırım yapılırken ”2 yıl 12 ay” hapis cezasına hükmedilmesi gerekirken hesap hatası yapılarak 3 yıl hapis cezası verilmesi suretiyle fazla ceza tayini,

4- ) Haksız tahrik oluşturan eylemin katılanın, sanığa hakaret etmesinden ibaret olduğunun kabulü karşısında, TCK’nin 3. maddesi uyarınca orantılılık ilkesi gözetilerek 5237 Sayılı TCK’nin 29. maddesine göre yapılan indirimin alt sınırdan ( 1/4 ) yapılması gerektiği gözetilmeden, yazılı şekilde ( 1/2 ) oranında uygulama yapılarak sanığa eksik ceza tayini,

5- ) Anayasa Mahkemesi’nin 24.11.2015 tarihli ve 29542 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarihli ve 2014/140 Esas – 2015/85 Karar sayılı kararı ile 5237 Sayılı TCK’nin 53/1. maddesindeki bazı hükümlerin iptal edilmesi nedeniyle hak yoksunlukları yönünden sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,

SONUÇ :  Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu sebeplerden dolayı 6723 Sayılı Kanun’un 33. maddesiyle değişik 5320 Sayılı Kanun’un 8/1. maddesiyle yürürlükte bulunan 1412 Sayılı CMUK’un 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, CMUK’un 326/ son maddesi uyarınca ceza miktarı bakımından kazanılmış hakkının saklı tutulmasına, 06.05.2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.

YARGITAY 2. CEZA DAİRESİ E. 2014/35116 K. 2017/7685 T. 13.7.2017

DAVA : Dosya incelenerek gereği düşünüldü:

KARAR : TCK’nın 53. maddesinin bazı bölümlerinin iptaline dair Anayasa Mahkemesi’nin 24/11/2015 tarihinde yürürlüğe giren 08/10/2015 gün ve 2014/140 esas, 2015/85 Sayılı kararı da nazara alınarak bu maddede öngörülen hak yoksunluklarının uygulanmasının infaz aşamasında değerlendirilmesi mümkün görülmüş, dosya içeriğine göre diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. Ancak;

1-)Sanıklar hakkında düzenlenen iddianame ile hırsızlık ve konut dokunulmazlığını bozma suçlarından açılan davada, suç niteliğinin değişmesi sebebiyle ek savunma hakkı verilerek suç eşyasının satın alınması veya kabul edilmesi eyleminden hüküm kurulması karşısında; sanıkların aynı eylemden dolayı hırsızlık suçundan beraat, suç eşyasını satın alınması veya kabul edilmesi suçundan ise, mahkumiyet hükmü kurularak bir eylemden dolayı iki hüküm kurulmak suretiyle çelişkiye düşülmesi,

2-)Suça konu çeyiz eşyalarının bir kısmının tanıklar …de ele geçirildiği, tanıkların, eşyaları sanık … ve temyiz dışı sanık …’tan satın aldıklarını beyanla kesin ve net olarak teşhis ettikleri, sanıkların suça konu eşyaları nereden aldıklarını izah edemediklerinin tüm dosya kapsamından anlaşılması karşısında, sanık …’ın suçtan kurtulmaya yönelik savunmasına itibar edilerek hırsızlık suçundan mahkumiyeti yerine, suç vasfının tayininde hataya düşülerek yazılı şekilde suç eşyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçundan mahkumiyetine karar verilmek suretiyle eksik ceza tayini,

3-)Gerekçeli kararda sanıklar … ve …’ın ihbar üzerine suça konu eşyalarla yakalandığı, sanık …’ın ise kaçtığı belirtilmiş ise de; 16/08/2010 tarihli fotoğraf teşhis tutanağına göre, sanıklar … ve …’ın 30/7/2010 tarihli başka bir soruşturma kapsamında yakalandığı, tanıklar …’ün sanıklardan aldıkları çeyiz eşyalarının müştekiler tarafından teşhis edildiği, sanık …’ın 22/05/2012 tarihli dilekçesinde biri incelemeye konu davaya konu eylem diğeri 2010/246 esas sayılı dosyaya konu eylemden yargılandığını beyanla suçlamayı kabul etmemesi karşısında 2010/246 esas sayılı dosyanın aslının ya da onaylı örneğinin denetime imkan sağlayacak şekilde dava dosyası içine konulması gerektiğinin düşünülmemesi,

SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanıkların temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin bu sebeplerden dolayı istem gibi BOZULMASINA, bozma sonrası kurulacak hükümde 1412 Sayılı CMUK’nın 326/son maddesinin gözetilmesine, 13/07/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

YARGITAY 2. CEZA DAİRESİ E. 2014/27200 K. 2016/9338 T. 16.5.2016

• EK SAVUNMA HAKKI ( İddianamede Sanık Hakkında Hırsızlık Suçundan 5237 S.K. 145. Maddesinin Uygulanması Talep Edildiği Halde Sanığa Anılan Maddenin Uygulanmaması İhtimaline Binaen Ek Savunma Hakkı Verilmeden Mahkumiyet Kararı Verilemeyeceği )

ÖZET : 1- Sanığın, arkadaşları ile birlikte katılana ait inşaat alanından inşaat kalıp tahtalarını çalması biçimindeki eyleminin 5237 S.K. 142/1-e maddesinde düzenlenen suçu oluşturduğu gözetilmeden aynı Kanun’un 141. maddesine göre uygulama yapılması,

2-İddianamede, sanık hakkında hırsızlık suçundan 5237 Sayılı TCK’nın 145. maddesinin uygulanması talep edildiği halde, sanığa anılan maddenin uygulanmaması ihtimaline binaen ek savunma hakkı verilmeden mahkumiyet kararı verilmesi,

3-Tekerrüre esas alınan ilamındaki cezalardan en ağırının tekerrüre esas alınması gerektiği gözetilmeden ilamın tamamı tekerrüre esas alınarak hüküm kurulması, bozmayı gerektirmiştir.

DAVA : Dosya incelenerek gereği düşünüldü:

KARAR : 5237 Sayılı TCK’nın 53. maddesinin bazı bölümlerinin iptaline dair Anayasa Mahkemesi’nin 24.11.2015 tarihinde yürürlüğe giren 8.10.2015 gün ve 2014/140 esas, 2015/85 karar sayılı iptal kararı nazara alınarak bu maddede öngörülen hak yoksunluklarının uygulanmasının infaz aşamasında gözetilmesi mümkün görülmüş, dosya içeriğine göre diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

Ancak;

1- ) Sanığın, arkadaşları ile birlikte katılana ait inşaat alanından inşaat kalıp tahtalarını çalması biçimindeki eyleminin 5237 Sayılı TCK’nın 142/1-e maddesinde düzenlenen suçu oluşturduğu gözetilmeden aynı Kanun’un 141. maddesine göre uygulama yapılması,

2- ) Sanık hakkında 5237 Sayılı TCK’nın 141/1 ve 143. maddelerine göre belirlenen 1 yıl 2 ay hapis cezasında aynı Kanun’un 35. maddesi uyarınca 1/2 oranında indirim yapılırken 7 ay yerine 6 ay hapis cezasına hükmedilerek eksik ceza tayini,

3- ) İddianamede, sanık hakkında hırsızlık suçundan 5237 Sayılı TCK’nın 145. maddesinin uygulanması talep edildiği halde, sanığa anılan maddenin uygulanmaması ihtimaline binaen ek savunma hakkı verilmeden yazılı şekilde mahkûmiyet kararı verilerek CMK’nın 226. maddesine aykırı davranılması,

4- ) Tekerrüre esas alınan ilamındaki cezalardan en ağırının tekerrüre esas alınması gerektiği gözetilmeden ilamın tamamı tekerrüre esas alınarak yazılı şekilde hüküm kurulması,

5- ) 19.7.2013 tarihli duruşmada müştekinin davaya katılmasına karar verildiği halde gerekçeli karar başlığında katılan yerine müşteki olarak gösterilmesi,

SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı isteme aykırı olarak BOZULMASINA, bozma sonrası kurulacak hükümde 1412 Sayılı CMUK’nın 326/ son maddesinin gözetilmesine, 16.05.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

YARGITAY 2. CEZA DAİRESİ E. 2014/38069 K. 2017/7713 T. 13.7.2017

DAVA : Dosya incelenerek gereği düşünüldü;

KARAR : TCK’nın 53. maddesinin bazı bölümlerinin iptaline dair Anayasa Mahkemesi’nin 24/11/2015 tarihinde yürürlüğe giren 08/10/2015 gün ve 2014/140 esas, 2015/85 Sayılı kararı da nazara alınarak bu maddede öngörülen hak yoksunluklarının uygulanması ve hüküm tarihine kadar yapılan yargılama gideri toplamı, CMK’nın 324/4 maddesinde atıfta bulunulan 6183 Sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 106. maddesindeki terkin edilmesi gereken tutar olan 20 TL’den az olduğu halde yargılama giderinin sanıktan tahsiline karar verilmiş ise de, hüküm kesinleşinceye kadar yapılacak yargılama giderlerinin de toplam yargılama gideri kapsamında olması sebebiyle hükmün kesinleştiği tarihte sanıktan tahsili gereken yargılama giderinin yukarda açıklanan terkin edilmesi gereken miktardan az olması halinde Devlet Hazinesi üzerinde bırakılmasının infaz aşamasında değerlendirilmesi mümkün görülmüş, dosya içeriğine göre diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. Ancak;

1-)Sanık …’ın, hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilen sanık …’ten 13 adet hayvanı çalıntı olduğunu bilmeden satın aldığını savunması, katılanlar … ve müşteki …’ye ait hayvanların sanık …’ın ahırında bulunmaması, sanık …’ın temyiz dışı sanık …’in ahırında ele geçirilen ve katılanlar ve müşteki İsmail’e ait hayvanları çaldığına dair de mahkûmiyetine yeterli, her türlü şüpheden uzak, somut ve kesin delil bulunmadığı gözetilmeden bu suçlardan dolayı ayrı ayrı beraati yerine, yazılı biçimde hüküm kurulması,

2-)Katılan …’a ait 7 adet hayvan, katılan …’ e ait 5 adet hayvan, katılan …’a ait 11 adet hayvan, katılan …’e ait 4 adet hayvanın sanık …’ın ahırında yapılan aramada ele geçirildiği ve kulak küpeleri bulunan hayvanları satın alan sanığın bu hayvanların farklı kişilere ait olduğunu öngörerek temyiz dışı sanık …’ten satın alması sebebiyle sanığın eylemine uyan TCK’nın 165/1 ve 43.maddesine göre cezalandırılmasına karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde ayrı ayrı hüküm kurulması suretiyle sanık hakkında fazla cezaya hükmolunması,

3-)Sanık hakkında hırsızlık suçundan kamu davası açıldığı halde sanığa ek savunma hakkı verilmeden 5237 Sayılı TCK’nın 165/1 maddesinde yer alan suç eşyasının satın alınması suçundan cezalandırılmasına karar verilerek 5271 Sayılı CMK’nın 226/1. maddesine aykırı davranılması,

SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı istem gibi BOZULMASINA, 13/07/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Comments are closed